
“Ve onlar; liderdirler, liderler
devrim savaşında masa başında
oturmazlar, bu savaşta
en ön safta savaşırlar.” – Mahir Çayan
Devrim için savaşmayana sosyalist denilemeyeceği ilkesel tavrı, yalnızca bireysel devrimciliği değil, aynı zamanda devrimcilerin kolektif önderlik anlayışını da biçimlendiren temel bir çizgidir. Bu çizgi, devrimin öncülüğünü ve kolektif liderliği tanımlarken, teori ile pratiğin ayrılmazlığını, önderliğin en önde savaşmakla anlam kazandığını vurgulamaktadır. Apoletleriyle değil çarpışmasıyla inşa edilmiş bir kolektif liderlik anlayışı, kitle kavgasının ayrılmaz parçası olarak kendisini inşa eder. Mücadele etmeyen, mücadeleye önderlik edemez.
Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye devrimci hareketinin üç temel tarihsel uğrağı olan 30 Mart (Kızıldere), 6 Mayıs (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamı) ve 18 Mayıs (İbrahim Kaypakkaya’nın işkenceyle katledilmesi), yalnızca anma günleri değil; aynı zamanda devrimci önderliğin, fedakârlığın ve stratejik kararlılığın politize olmuş sembolleridir.
Bu bağlamda devrimcilerin tarihsel uğraklarını anma günlerine sıkıştırmak yerine politik bir anlayış olarak kavramsallaştırmak, şüphesiz daha ileri bir devrimci kopuş için vazgeçilmez devrimci bir görevdir.
Mahir Çayan ve Kızıldere: Kolektif Önderliğin Pratik İnşası
Mahir Çayan ve yoldaşları, sadece teorik bir hat ortaya koymadılar; bu hattı, en zor koşullarda bile pratikle sınama iradesini gösterdiler. Kızıldere’de yaşanan, bir teslimiyet değil, devrimci önderliğin kolektif olarak çarpışma ve direnme biçimidir. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” sözü, bir devrimci romantizm değil, stratejik kararlılığın ifadesidir. Kolektif önderlik anlayışının apoletlerle değil birbirine yaslanan yoldaşlıkla inşa edilmesi, stratejik ve politik önderliğin nasıl ilerlediğinin en önemli kanıtıdır.
Denizler: Anti-Emperyalizm ve Gençlik Dinamiğinin Pratik Önderliği
6 Mayıs, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadelede gençliğin taşıdığı potansiyelin ve devrimci özverinin fedakâr simgesidir. Deniz Gezmiş ve yoldaşları, enternasyonalist bakışları, anti-emperyalist mücadeleleri ve halkçı çizgileriyle, devrimci öncülüğün genç ama kararlı yüzünü temsil etmişlerdir. Ufkunu aşan politik iddiaların yolcusu olma iradesi, öncü kadrolar olmak bağlamında bıraktıkları en önemli mirastır. Ölümleri arkasından mücadelenin süreceğine dair inançla dar ağacına yürümeleri, devrimci mücadelede öncülüğün kesintisiz hattını vurgulamak için hayati önemdedir.
İbrahim Kaypakkaya: Teorik Derinlik, Pratik Netlik
İbrahim Kaypakkaya ise, sistemin resmî ideolojik yapısını ve temellerini çözümlemedeki derinliği; bunu pratik mücadeleyle birleştirmedeki kararlılığıyla öne çıkar. Devletin niteliğini, ulusal sorunu ve devrimci kopuşu açık bir şekilde tanımlayan Kaypakkaya, Türkiye devrimci hareketinde bilimsel sosyalizmin yaratıcı uygulanışının örneklerinden biridir. Düzenin sınırlarından bir önder olarak kopuşunu, işkenceye karşı amansız direnişiyle ortaya koyabilmiş; bir öncü olarak işkenceye karşı direnişte komünist duruşla “komünistlerle” eşitlenmiştir.
Sonuç Yerine: Kolektif Öncülük Çizgisi, Çarpışarak İnşa Edilir
Bu tarihsel örneklerin ortak noktası; devrimci önderliğin yalnızca teorik bir donanımla değil, pratik bir direniş ve fedakârlıkla inşa edildiğidir. Kolektif önderlik ve öncülük apoletlerin varlığı dayatılarak inşa edilemez. Eşitlendiğin anda bile en önde kavga vermek, geri çekilmeyi reddetmek, önderlik ederken herhangi birisi olmak ve gerektiğinde bedel ödemekten kaçınmamaktır.
Bugünün devrimcisi için bu tarihsel hat, bir nostalji değil; politik bir pusuladır. Mahir’in, Deniz’in, İbrahim’in izinden gitmek; bugünün koşullarında öncülüğü yeniden üretmek, en önde çarpışma kararlılığını kuşanmak demektir.
“Proletaryanın devrimci sınıf olarak rolü, nesnel tarihsel koşullarla belirlenmişken, onun öncüsü bu nesnelliği bilinçli kılar.”
(Tarih ve Sınıf Bilinci, Lukács)
DİRENÇ E-DERGİ