Abdullah Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” üzerine yaşanan gelişmeler, hızlı akan bir sürecin ilk durağıydı. PKK’nin sembolik silah bırakma töreniyle; akabinde meclis zemininde tartışma olanaklarının gelişmesiyle birlikte yeni bir evreye girilmiştir. Özellikle Ortadoğu’da yaşandığı “çıplak gözle” görülebilen yeni gelişmelerin akıbeti iktidar kanadındaki süreç girişiminin – tek sebebi olmamakla birlikte- önemli sebeplerinden birisidir. Suriye’deki son gelişmelerin yol açacağı neticeler de bu sürecin gidişatını doğrudan etkileyebilecek niteliktedir. Şu aşamada buna dair bir “öngörü geliştirmek” imkansıza yakın olduğundan yazıda bir tür “kehanetçilik” yapılmayacaktır.
Ancak AKP-MHP rejimi, yapısal olarak mücadele başlığını içermeyen süreçlerle tek başına demokratikleşecek bir rejim midir? Bu sorunun kısa cevabı hayırdır ve AKP – MHP rejimiyle yürütülen demokratik toplum sürecinin sonuç alması ancak demokrasi mücadelesinin daha örgütlü şekilde iktidarın karşısına dikilmesiyle mümkündür. Ancak bu durum, yürütülmek istenen süreci anlamsız kılmamaktadır. Nitekim Kürt Özgürlük mücadelesinin demokratikleşme başlığıyla; iktidarın “terörsüz Türkiye” odağıyla ele aldığı bu süreçte devrimci güçlerin alacağı tutum hayatidir. Güvenlikçi zeminden kurulan dilin ve pratiğin karşısında örgütlenmesi gereken demokratik kazanım odaklı dil ve pratik için demokrasi güçleri kendisini örgütlemelidir. Bu durumun yol ve yöntemi de kendisini sürecin dışına yerleştirmesi değil bu sürece müdahale etmesi için örgütlü zemin ve imkanlarını yaratmasıdır.
Şoven eğilimlere sahip odakların “cepheden” karşı çıkarak kendisini dışında konumlandırdığı bu süreç, şoven özneler için bu süreç öncesinde nerede durduklarını da tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Nitekim şiddet ve savaş ortamının yoğunluğu döneminde bu durumu bahane eden odaklar, şiddet ihtimalinin ortadan kalkma olasılığı gündeme gelince bu duruma da karşı çıkmaktadır. Ancak nihai olarak ortaya koydukları çözüm ihtimalinin ne olduğu anlaşılamamaktadır. Bunlar yanında Kürt hareketini AKP – MHP rejimiyle muhatap olmak üzerinden suçlayan bu anlayış, Kürt hareketinin muhatabını kendi seçmediği gerçeği karşısında hamasi bir söylem üretmekten öteye gidememektedir. Dolayısıyla bu noktada steril bir alandan sürece dair yöneltilen eleştiriler, esasen korunaklı bir alandan söz söyler gibi yapmaktan ibaret kalmaktadır. Hakkında kaygı duyulan sürece ilişkin bir mücadele ve özneleşme programı örgütlemeyenlerin söylediği sözün, güvenli alanlarından “-mış gibi yapmak” eylemi örgütlemek olduğunu söyleyebiliriz.
AKP-MHP rejiminin niteliği ve kendiliğinden demokratikleşmeyeceği; bu rejimin yönetsel kapasitelerinin duvarlarına dayandığı için uyguladığı pratiklerin neler olduğu tüm toplumsal katmanların malumudur. Öyle ki bu saldırıların en büyük muhatabı uzun yıllardır Kürt hareketidir ve şüphesiz Kürt hareketi de bu gerçeğin farkındadır. Öyle ki 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından AKP rejiminin tek başına yönetme kabiliyetini yitirmesi de bizzat bir çözüm süreci akabinde gelişen sürecin sonucudur. Yani demokratikleşme zemininin güçlenmesi ve “normal zamanlar” bu iktidarın varlığı için tezat koşullardır; bu iktidar demokratikleşme zeminleri örgütlendiği oranda kaybetmeye mahkumdur. Mesele demokratikleşme zeminleri örgütlenirken olası faşizm pratiklerini yeniden üretmek imkanını kollayan egemen anlayışa karşı toplumsal örgütlülük zeminlerini kurarak hazır olmaktır. Bu durum kaçınılmaz olarak kendimizi sürecin dışında değil “demokrasi mücadelesi” sürecine devrimci bir noktadan müdahil olacak yerden örgütlemeyi gerektirir. Toplumsal muhalefet güçleri, demokrasi mücadelesini birleşik bir zeminde örgütleyerek iktidarın karşısına diktiği oranda demokratik toplum tartışmasının bir karşılığı olacaktır. Aksi durum, Anayasa değişikliği tartışmalarına sıkışmış ya da teknik düzenlemeler üzerinden tartışmanın geliştiği ancak CHP ve toplumsal muhalefet güçlerine yönelik yargı terörünün sürdüğü bu rejimin devamlılığından başka bir şey ifade etmeyecektir.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında devlet aygıtının ve toplumsal yeniden organizasyonun sonucunda faşizme içkin pratiklerin daha da merkezileşerek kurumsallaştırdığı oranda, demokrasi güçlerine yönelik saldırılar yükselmiştir. Dolayısıyla AKP – MHP iktidarının yapısal karakteri, tarihsel – toplumsal mücadeleyle kazanılmış tüm politik hakların sistemli şekilde tasfiyesine dayanır. Bu bağlamda Kürt halkının eşit yurttaşlık taleplerine içkin mücadelesi de demokrasi mücadelesinin zemindedir. Bu bağlamda faşizme karşı mücadelede alınacak konum, demokratikleşme mücadelesini devrimci mücadeleyi yükseltmekle iç içe kılmaktadır.
Burjuva demokrasisi, yalnızca burjuvazinin egemenliğini rıza üreterek meşrulaştırabildiği dönemlerde makul uygulama zeminleri bulabilecektir. Özellikle yönetsel açmazların ve siyasi, kültürel, iktisadi krizlerin içi çeliği döneminde burjuvazinin demokrasi vaadi, sadece kâğıt üzerindeki söylemlerden ibaret kalacaktır. Nitekim faşizm, burjuva demokrasisinin krizler ile baş edemediği noktada sermaye sınıfının egemenliğini korumak için araçsallaştırılabilecek bir olağanüstü yöntem örgütlenmesi olarak kurumsallaşabilir. Hegemonyanın erozyona uğradığı noktada bu saldırılar sistemin kendisini oluşturmaya başlar ve bu bağlamda demokratikleşme, kaçınılmaz olarak politik özgürlükleri hedef aldığı oranda devrim mücadelesiyle iç içe girer.
Dolayısıyla mücadele güçlerine düşen görev, kendilerini süreç dışında konumlandırmak yerine sürece müdahil olabilecek – ağırlık koyacak bir politik özne kılabilecek şekilde yeniden örgütlemektir. Demokrasi mücadelesi örgütlü şekilde yükseltilerek iktidarın karşısına getirilmediği takdirde, ortada Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamında bir sonuç elde edilemeyecektir. Dolayısıyla Kürt halkının talepleriyle birlikte demokratikleşme zemini için ortaya konulan taleplerin örgütlenmesi adına üçüncü bir güç olarak sürece “demokratik toplum” cephesinden dahil olmak gerekmektedir. Bu bağlamda örgütlü bir birleşik mücadele zeminiyle:
- Barış ve demokratik toplum sürecinin, toplumsal tüm paydaşlarla açık ve şeffaf bir zeminde sürdürülmesi için siyasal pratikler ve söylemler üretilmelidir.
- Sürecin hukuki zeminin inşasında TBMM’nin rolünün işaret edilmesi yanı sıra yurttaş inisiyatifi ve katkısına açık toplumsal katkı zeminleri inşa edilmelidir.
- Demokratikleşme iddiasının CHP ve devrimcilere yönelik saldırıların sürdüğü bir atmosferde gerçekçi olmayacağı açık olduğundan, bu pratiklerin sonlandırılması için örgütlü zeminlerin güçlendirilmesine çalışılmalıdır. Örgütlenme, dönemin en önemli çalışma başlığı olmalıdır.
- Anayasal ve yasal değişikliklerin siyasi iktidarın kendi ajandasını dayattığı bir pratik olması yerine demokrasi mücadelesinin ajandasına dayanması temin edilmelidir.
- Tüm siyasi tutsakların koşulsuz şartsız özgürlüğü için mücadele acil başlık olmalı ve tartışma konusu dahi yapılmamalıdır.
- Kayyım rejiminin kaldırılması; yerel yönetimlerin seçilmiş iradeyle işlemesi.
- Güvenlikçi yasaların kaldırılması, Anayasal eşit yurttaşlık için gereken hakların temini.
DEM Parti ve Kürt hareketi şahsında demokratik zemin talebi masanın bir tarafındayken masanın diğer yanında kendiliğinden demokratikleşmeyecek bir siyasi iktidar gerçeği mevcuttur. Burada bir üçüncü yol siyaseti olarak kendisini örgütleyecek devrimci güçler, masanın demokrasi talepleri kısmındaki özneleşmenin (DEM Parti ve Kürt halkı) konumunu güçlendirecek bir odağı örgütlemelidir. Dolayısıyla rejimin “normalleşmesi” kendi varlık kodlarını aşındırır; rejim demokratik kanalları genişlettikçe çözülme riskini büyütür. Bu yapısal gerilim, neden kendiliğinden demokratikleşemeyeceğinin temel açıklamasıdır. Demokrasi güçlerinin de görevinin izahıdır.
Dolayısıyla mücadele içermeyen hiçbir süreç iktidarı yapısal olarak demokratikleştiremez; en iyi ihtimalle taktiksel yumuşamalar üretir, en kötü ihtimalle egemen blokun yeniden meşruiyet kazanmasına hizmet eder. Asıl mücadele şimdi başlıyor.
AKP–MHP rejimiyle yürütülen mevcut süreç, iktidarın kriz yönetiminin bir manevrası olarak başlayıp gerçek demokratik kazanımlara evrilebilir. Bunun yolu ise örgütlü toplumsal müdahaledir. Şovenizmin steril itirazları, liberal beklentilerin pasif onayı ya da sahte tarafsızlık, halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesine hiçbir şey katmaz.
Devrimcilerin görevi açıktır. Sürece dahil olmak, onu şeffaflaştırmak, barış mücadelesini toplumsallaştırmak ve demokratik talepleri devrimci bir hattın kaldıracına dönüştürmek. Kürt halkının eşit yurttaşlık mücadelesi ile Türkiye işçi sınıfının ve ezilenlerinin mücadelesini birleşik siyasal zeminlerde örgütlemek, faşist pratiklerin çözülme dinamiklerini hızlandıracaktır.
Demokrasi mücadelesi olmadan AKP–MHP rejimi demokratikleşmez. Demokrasi mücadelesi devrimci bir yönelimle birleşmeden halkların özgürleşmesi gerçekleşmez. Şimdi üçüncü yolu örgütlemek ve demokratik toplum mücadelesine, masanın demokrasi talepli muhatabını güçlendirecek tarafından dahil olma zamanıdır. Sıkça kullandığımız barışın toplumsallaşması denilen olgu, mücadeleyi daha fazla örgütlemekten başka bir şey değildir.

