Home / Genel / İran ve İsrail Arasındaki Çatışmada Emperyalist Dinamikler – Rasih Can

İran ve İsrail Arasındaki Çatışmada Emperyalist Dinamikler – Rasih Can

İsrail, ABD emperyalizminin Orta Doğu’daki en önemli müttefikidir. Gelişmiş kapitalist yapısı, askeri gücü ve Batılı emperyalistlerle bütünleşmiş yapısıyla, bölgedeki emperyalist saldırganlığın öncü kuvvetlerinden biridir. İran bir kapitalist devlet olsa da, emperyalist bir güç değildir. Rejimi gerici, teokratik ve baskıcıdır, ancak ABD ve İsrail’in sürekli saldırılarına maruz kalan bir ülkedir. İran rejimi elbette ilerici değildir; ancak burada mesele, bir rejimin içeriği değil, savaşın sınıfsal ve uluslararası karakteridir. Emperyalist bir devletin, bağımlı ama egemen başka bir devlete dönük saldırısı, nesnel olarak halklara karşı yönelmiştir. Dolayısıyla İran halkı emperyalist baskının hedefidir.İran’daki molla rejimi, aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi halkların gerçek çıkarlarına karşı da sistematik bir engeldir. Bu rejim, kapitalist sınıfların çıkarlarını ve bürokratik kastın ayrıcalıklarını korurken, emekçilerin devrimci potansiyelini sürekli bastırmakta, demokratik ve sosyalist dönüşümlere karşı direnmektedir. Dolayısıyla İran rejimi, kendi toplumunda ilerici bir değişimin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Bu, emperyalist saldırganlığa karşı direnişi desteklerken, aynı zamanda işçi sınıfının ve ezilenlerin kendi demokratik ve sosyalist mücadelelerini geliştirebilmesi için rejime karşı eleştirel ve devrimci bir tutumun gerekliliğinin de cebimizde durması şart. Fakat İsrail saldırganlığına karşı çıkmak, emperyalizme karşı mücadele açısından zorunludur. İran rejimini desteklemek değil, İran halkının emperyalist saldırılara karşı meşru direnişini desteklemek gereklidir. Bu savaş, iki eşit tarafın çatışması değil; bir emperyalist gücün bölgesel saldırganlığıdır. Emperyalist sistemin lideri konumundaki ABD’nin uluslararası müdahale biçimlerinde gözle görülür bir yeniden yapılandırma süreci yaşandığı açıktır. Bu yeniden yapılanma, yalnızca askeri operasyonlarla değil, ekonomik araçlarla da yürütülen çok yönlü bir tahakküm stratejisidir. ABD emperyalizmi, bir yandan “gümrük duvarları”, “vergi tehditleri” ve “yaptırımlar” aracılığıyla sermaye dolaşımını kontrol ederken, öte yandan doğrudan askeri müdahalelerle uluslararası ilişkilerdeki hegemon konumunu tahkim etmeye çalışmaktadır. Japonya’ya yönelik vergi tehdidi, klasik askeri müdahale biçiminden farklı bir hegemonya kurma yöntemi. Japonya’nın geri adım atması, emperyalizmin kaba gücünün değil, ekonomik şantaj mekanizmalarının ne denli etkili olduğunu göstermiştir. ABD hegemonyasının Ortadoğu’da daha fazla yayılmak istediği açıktır. İsrail’in adımlarını bu bakıştan yorumlamak daha doğru olacaktır. İsrail siyonizminin ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’da yayılması, tüm halklar adına kötü sonuçlar doğuracaktır.

Rojhilat Kürtlerinin Mücadelesi ve Özgürlükçü Direnişin Önemi

İran’a yönelik emperyalist saldırganlık ve İsrail’in bölgedeki işlevi değerlendirilirken, İran halklarının ve özelde Kürt halkının özgürlük mücadelesine yaklaşımda ilkeli ve çok boyutlu bir tutum zorunludur. Rojhilat Kürtleri savaşın halklara değil rejimlerin çıkarlarına hizmet ettiğini vurgulamış ve İran rejiminin baskıcı karakterine karşı demokratik bir dönüşüm programını savunmuştur. “Jin, Jiyan, Azadî” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) eksenli çağrı, Ortadoğu’da halkların eşitlik ve özgürlük temelindeki yeniden inşası açısından değerli bir zemin sunmaktadır. İran halklarının kaderini sadece iç rejimle değil, aynı zamanda emperyalist kuşatma ile de şekillendirmeye çalışan güçlere karşı net tutum alınması gereklidir. Bu noktada, Rojhilat Kürdistanı’nda yaşayan Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde yürüttüğü ulusal-demokratik mücadeleye verilen desteğin önemi büyüktür. İran rejiminin inkârcı, asimilasyoncu ve merkeziyetçi politikalarına karşı Kürt halkının öz yönetim, dil ve kültür hakları temelinde yürüttüğü direniş, yalnızca Kürtlerin değil, İran’daki tüm halkların özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır. Bu nedenle, Rojhilat Kürdistanı’nda ulusal kazanımların elde edilmesi yolunda atılacak her adım, emperyalizme karşı bölgesel halkların direnişini güçlendirecek, özgürlükçü bir geleceğin inşasında kritik bir rol oynayacaktır. Kürt halkının bu yönlü taleplerini desteklemek, anti-emperyalist ve anti-otoriter bir çizginin olmazsa olmaz koşuludur.

Türkiye savaşın neresinde?

Türkiye’nin pozisyonu özel bir önem taşımaktadır. Türkiye, NATO üyesi ve Batı emperyalizminin askeri-siyasi düzlemde bir parçası olarak bu savaşın dışında kalamaz. Ancak aynı zamanda coğrafi, ekonomik ve demografik nedenlerle bu savaşın doğrudan yansımalarını yaşayacak ilk ülkelerden biridir. Türkiye, ister dolaylı lojistik destekle, ister siyasi tarafgirlik üzerinden, bu savaşa taraf haline gelir. Türkiye halklarının savaşın yıkıcı sonuçlarından korunması, emperyalist savaş bloğuna karşı aktif tavır almakla mümkündür. Bu noktada, İsrail’in saldırganlığına karşı yürütülen direnişleri desteklemek, Türkiye halklarının savaşın dışında kalması için mecburi bir stratejik hattır. Türkiye’de ilerici, devrimci ve sosyalist güçlerin görevi, İsrail-ABD eksenli emperyalist kuşatmaya karşı halkların meşru direnişini savunmak, savaşa karşı, devrimci enternasyonalizm temelinde somut politikalar üretmektir.Savaş dönemlerinde devrimci enternasyonalizm, kendi burjuvazinin emperyalist çıkarlarına karşı, devrimci politik ve pratik hareketlerle anlam kazanır. Bu nedenle Türkiyeli komünistlerin birinci görevi, kendi egemenlerinin emperyalist yayılmacılığına karşı örgütlü mücadele yürütmektir. Türkiye’nin Ortadoğu’da pay sahibi olma arzusu uzun yıllardır süregelen bir gerçek. Türkiye’nin bu bağlamda emperyalist savaşlardan yalıtık bir rol alması beklenemez. İsrail’in İran’a dönük somut askeri saldırıları, bölgeyi çok tehlikeli ve geri döndürülemez bir savaş sürecine sokmuştur. Bu yalnızca İran’a yönelik bir saldırı değil; aynı zamanda bütün bölge halklarına, özellikle de Türkiye gibi sınır ülkelerine yöneltilmiş dolaylı bir tehdit anlamına gelmektedir. Bu bağlamda “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, İsrail’in Türkiye’ye yönelecek olası hamlelerinin önüne geçebilecek, tarihsel ve politik hattır. İsrail’in saldırılarının “ciddiyetini kavramak”, yalnızca bu saldırıları izlemekle değil, bölge halklarının birleşik direnişini politik hatta dönüştürmekle mümkündür. Türkiye, halkların ortak devrimci mücadele temelinde bir tutum almazsa, kaçınılmaz olarak bu savaşın içine çekilecektir.   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrıyı yalnızca bir “barış” ya da “diyalog” önerisi olarak değil, stratejik bir müdahale olarak değerlendirmek gerekir. Bu çağrının özellikle İsrail’in bölgesel yayılmacılığına karşı, Türkiye’nin bu savaş denkleminin bir parçası haline gelmesini engellemeye dönük olduğu çok açık. Bu çağrının desteklenmesi, mücadelenin güncel biçimlerinden biri olarak ele alınmalı, İsrail’in bölgesel savaş stratejisine karşı halkların dayanışma zeminini güçlendirecek bir adım olarak görülmelidir.

Etiketlendi:

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir