Home / Genel / Bir Rüyaya Ağıt: 19 Mart Direnişi VE Gezi Benzer mi? – Deniz Can Aydın

Bir Rüyaya Ağıt: 19 Mart Direnişi VE Gezi Benzer mi? – Deniz Can Aydın

BİR RÜYAYA AĞIT: 19 MART DİRENİŞİ VE GEZİ 

CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Cumhurbaşkanlığı adaylığına giden süreci akabinde AKP-MHP faşizmi eliyle yargı kumpası sonucu tutuklanması, geniş kesimlerde seçme – seçilme hakkı üzerinden son noktaya varıldığından hareketle ciddi bir direnişe dönüştü. Özellikle gençliğin sahada edindiği pozisyon ve Türkiye yakın tarihinde polisle karşı karşıya gelinen direnişlerin “yeni bir Gezi” beklentisi ya da anısıyla yad edilmesi, bu süreç için de bir tür Gezi direnişi benzetmesinin sıkça dile getirilmesine vesile oldu.

Devrimci mücadele, hiçbir zaman durağan ya da tek bir ana ilişkin değildir. Her bir adım, geri dönüşü olmamak üzere – yanlışı, doğrusu ve sevabı, günahıyla – ileri atılır. Dolayısıyla tarihte var olduğumuz an, geçmişte verili bir kısım koşulların gerekçeleriyle bağlıdır. 

Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18.Brumaire’inde “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar.” ifadesiyle bizler için olayların gelişim seyri içerisindeki yerini anlamak adına önemli bir ifade sunmuştur. Benzer şekilde Engels tarafından Anti – Dühring’de ifade edildiği üzere kendisine ilişkin maddi temeli bilmeden bir devrimin gelişim seyrini anlamak mümkün değildir.

Bu noktada tarihsel seyirde Gezi ve devam eden toplumsal direnişler – ve bugün 19 Mart süreciyle – diyalektik bağlamda ilişkiler seyri söz konusuysa da bir anın diğerine tahvil edilerek karşılaştırılması gibi statik – yani diyalektik ruha aykırı – değerlendirmelere yer olmamalıdır. 

Gramsci’de de ifadesini bulduğu üzere her tarihsel dönem, kendine özgü ekonomik, politik ve kültürel dinamiklere sahiptir. Devrim ve hegemonya mücadelesi bu verili koşulların kavranması halinde anlaşılabilir. 

Buradan hareketle ifade edilmesi gereken şey şudur: Bugün içerisinde bulunduğumuz direniş dinamikleri ve gerçekleri, geçmişte çeşitli siyasal, iktisadi, kültürel, sosyal ve pratik birikimlerle bağlantılıdır. Ve bugün yaşanan direnişin seyri içerisindeki olumlu ya da olumsuz hususlar, tarihsel bir seyir ve diyalektik ilişkiyle birbiriyle bağlantılıdır. Bugün “yeni bir Gezi mi” umuduyla ortaya atılan varsayımlar ya da alanda karşılaşılan ırkçı, fobik, faşizan söylemlerle yaşanılan hayal kırıklıkları da basit bir karşılaştırmanın ötesinde “somut koşulların somut tahliliyle” bağlantılı olduğu kadar Gezi’de kazandıklarımız ve yenilgilerimizle de ilgilidir.

Gezi, bir halk isyanıydı. Yaşandı ve pratikte bıraktığı anlamlı derslerle birlikte bitti. Gezi’de var olan ve mücadele eden herkes, bunun kalıcı bir yenilgi olduğundan bahisle geri çekilmedi. Gelecek uzun sürer demiştik. Devrim, uğrakları uzun olan dolambaçlı ve sarp bir yoldur. Bugün insanlarda “yeni bir Gezi mi?” sorusundaki umudu yaratan şey dahi, o dönem anın içinde yenileceğini varsaymadan dövüşenlerin geleceğe bıraktığı siyasal mirasla ilişkilidir. Dolayısıyla her verili mücadele, verili anda galip olmak durumunda değildir. Biz her düştüğümüzde tekrar kalkıp tekrar denememizi, bazen yolu açmak için yenilgiler yaşamayı anormal karşılamayız. Bugün mücadelenin sonucu da her ne olursa olsun, yapacaklarımızla gelecekte daha ileri bir atılım için siyasal iddiamızı ortaya koymuş olacağız:

“Kendilerini özgürleştirici siyasete adayanlar arasında, yeni bir dünyayı kendi yaşam süreleri içinde kurmaları gerektiğine inanma eğilimi vardır. Şimdi kazanmak için bir tür aciliyet içerisindelerdir. Dolayısıyla beklenen yeni şafak gelmediğinde umutlarını yitirirler.

Zamansal kapsamımızı büyük ölçüde genişleterek bundan kaçınabiliriz. Sonuçta, insanlar yüz binlerce yıldır varlar ve -Alain Badiou’nun bize hatırlattığı gibi- çağlar boyunca pek çok özgürlükçü isyan yaşanmış olsa da bunlardan ilkinin uzun süre hayatta kalmayı başarması ve de diğer pek çok eşitlikçi mücadeleye ilham vermesi ancak yirminci yüzyılda -Bolşevik Devrimi ile- mümkün olmuştur.” (Menkıbe / İnanç ya da Anlattığımız Hikayeler – Salar Mohandesi)

18 yaşında Gezi direnişinde tutsak düşmüş genç bir devrimci olarak 30’a yaklaştığım bugünlerde yeni bir tarihsel direniş seyrinin içerisindeyim ve aynı umutla dövüşüyoruz. Bu bağlamda dönemlerin temel farklılıklarını somut koşulların somut tahlili bağlamında izah edebilecek kadar gözlemleyebildiğime inanıyorum:

1-) Gezi’de Devrimci Hareketin Durumu: Gezi Direnişi esnasında sol güçler, bugünkü durumundan – basit şekilde izah edilirse – çok daha iyi bir durumdaydı. Haliyle özellikle 2016 darbe girişimi sonrası fiili OHAL rejimi ve faşist terörün bu durumdaki payı çok büyük. 

Ancak bu noktada tarihin bir cilvesi mevcuttur. 2013 Gezi Direnişi’nde AKP, devlet içindeki faşist tahkimatını tam anlamıyla tamamlayamamıştı ve Fetullahçılarla olan ittifakı üzerinden şekli hukuk normlarına ve seçimlere bugünkü kadar savaş açmamıştı. Bu bağlamda Gezi direnişinde yer alan kitlelerin düzen içi siyasal değişimlere (seçimler, hükümetin istifası vb.) inancı çok daha fazlaydı. Yani düzen dışı sol seçenek bugünden daha güçlü ancak düzen içi değişim inancı da o denli güçlüydü. Dolayısıyla sol, düzen dışı bir seçenek sunmak için gerekli müdahaleleri yeterince gerçekleştiremedi.

Bugün ise tam tersi yönde kitleler, açık faşist terör uygulamalarıyla “çözüm sokakta, sandıkta değil” diye düzen dışı seçeneği haykırırken; düzen dışı seçenek olan solun kitlelerle bağı ciddi oranda kopuk; sol kendi içinde anlamlı oranda dağınıktır. Bu bağlamda düzen dışı seçeneğin muhatabı CHP olarak görülmekte ve -haliyle- bu iddiayı karşılayamayacak olan CHP kitleleri pasifize etmektedir.

2-) Gezi’deki İktisadi Koşullar: Gezi direnişi, neoliberal iktisadi programın Arap sermayesi ve batı ile tam entegre uygulanmaya çabalandığı bir dönemde gerçekleşti. İktidar, bu programın sadık uygulayıcısı olarak – yapay da olsa – bir ekonomik refah anlatısına sahipti. Öyle ki döviz kurunun 1 küsürlerde ufak artışlar sergilediği bir noktada eylemciler “dolar lobisi, dış mihraklar” gibi suçlanır hale gelmişti. Tanımlı işsizlik, döviz kuru ve genel ekonomik koşullar – özce hayat pahalılığı – gibi unsurlar bugünle boy ölçüşebilir durumda değildi. Bugün ise “anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz” şeklinde ifade edilebilecek bir iktisadi krizin içerisindeyiz. Dolayısıyla bu dönemde iktidarın ekonomi adına söyleyebileceği bir söz ya da verebileceği hiçbir vaadi bulunmamaktadır. Düzen dışı seçeneklerin güçlenmesi olasılığı bu bağlamda da daha olasıdır.

3-) Devlet İçi İttifaklar, Yargı, Kolluk: Gezi Direnişi’nde Fetullahçılarla ittifak olarak dönemi karşılayan AKP, siyasi iktidarın uygulanmasında çeşitli ittifaklara karşı “ortak sorumluluk” ile hareket etmek durumundaydı. Nitekim eski ortakları olan cemaatle araları bozulduğunda da polis şiddetinin suçu cemaatçilere havale edildi. Bugünse kısmi tarikat ittifakları ve entegre bir MHP üzerinden Cumhur İttifakı’nın benzer bir yapıya ait olmadığı düşünülürse; kontrolsüz güç inşa etmiş bir AKP ile karşı karşıyayız. Polis, TSK ve yargı kadrolaşmasında kendi unsurlarıyla gücünü tam anlamıyla tahkim etmiş bir siyasal rejim söz konusu. Bu bağlamda Gezi sürecinden farklı olarak kolluk, yargı, yasama ve yürütme bağlamında dengeleyici olması umulan hiçbir ihtimalin varlığından söz edilemez. Tam anlamıyla cezasız kolluk şiddeti, pervasız yargı, seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırıldığı bir siyasal rejim. Bunun ilan edildiği yerde aynı şekilde düzen içi bir çözümün ihtimalinin inandırıcılığı kalmamıştır.

4-) Gezi Direnişi’nin Özneleri: Haziran isyanında yer alan kitleler, öfkesinin muhatabı olarak AKP iktidarını bilmişti. Bu durumun, dönemin siyasal koşulları itibariyle örgütlenme hürriyeti ve düşünce özgürlüğüyle de belirli oranlarda bağlantısı söz konusuydu. Sol, kendi meramını sokaklarda ve eylemlerde kısmen daha rahat anlatabilme durumuna sahipti. Dolayısıyla AKP iktidarının ideolojik tahakkümüne direnebilen yaşam odakları söz konusuydu. Bu yaşam odaklarının ciğerlerinden nefes almayı başarabilen bir kitle, öfkesini düzeni aşan bir şekilde değil ancak düzenin görünen yüzündeki AKP’ye yöneltebileceğini – içsel ya da kendiliğinden olsa dahi – biliyordu.

Bugün ise bambaşka bir özne topluluğuyla karşı karşıyayız. Politik üniversiteli gençliğin anlamlı mücadelesini bir parantezle ayırırsak, genellikle genç, geleceksiz, “apolitik” ve örgütsüz/kontrolsüz bir gençlik alanda. İçsel olarak derdinin ya da öfkesinin muhatabını arıyor. 2016’dan beri inşa edilen rejimde düzenle olan sorunlarının muhatabı olarak yeri geldiğinde göçmenler yeri geldiğinde LGBTİ+lar, yeri geldiğinde kadınlar, yeri geldiğinde devrimciler gösterilmiş olan bir nesilden bahsediyoruz. Bu ideolojik tahkimatla yetişip düzenle sorunu olduğunu düşünen bu özneler, öfkesinin muhatabını arıyor ancak bulamadığı yerde düzenin dayattığı unsurlara öfkesini yöneltmeyi sürdürüyor. Alanlardaki ırkçı, fobik, mizojin pratikleri buradan görmek gerekmektedir.

Yani bu noktada da düzenin içinde seyreden bir bilinçli öfkeyle Gezi karşımızda dururken, düzenin dışına çıkacak bir öfkeye muhatap arayan bir bilinçsiz hal ile karşı karşıyayız. Aslında özü itibariyle şaşırtıcı olmayan bir durum bizleri çarpık bir benzeşmeye götürüyor: Polis ile karşı karşıya gelmek (ki bu faşist terörün doğasında var.)

Sayıca çoğaltılabilecek bu örneklerden yazının kapsamını aşacağı için yukarıda sayılan kısmı bize şunu göstermektedir: Gezi, yukarıda izah olunan gerekçelerle bizim için daha politik kabulü mümkün bir yerde duruyor ama düzen dışı refleks seyri tarihsel özgün koşulları sebebiyle daha zayıftı. Bugün ise politik kabullerimizden uzak görünen ancak düzen dışı ihtimalleri içerisinde barındıran daha radikal bir süreçten geçiyoruz.

Devrimciler için tarih tek çizgili değildir. Gezi o günkü imkanlarıyla omuzlandı, yaşandı ve bitti. Bu durum kabul edilmeli ve bir rüyaya ağıt yakılmamalı. Bugün, saydığımız sebeplerle daha ciddi bir düzen dışı olasılıkla karşı karşıyayız. Bir tarihsel isyan durağını daha somut koşulların somut tahlilleriyle anlamalı; başarabileceğimize inanmalı, başaramayacaksak da 19 Mart Direnişi’ni devrimci bir mirasla tarihin gelişim seyrine bırakmalıyız.

Gelecek uzun sürer.

Deniz Can Aydın

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir